Millet İttifakı tarafından duyurulan Mutabakat metnindeki hükümet programının güncel uygulanmakta olan ekonomi politikaları ile önemli farklılıklar içermediği görülüyor.
Çalışma yaşamına ilişkin önceliklere yer verilmemiş
Türkiye çalışanların ortalama çalışma süresi OECD ülkeleri arasında en yüksek olduğu ülke durumunda. Çalışanların %20'sinden fazlası haftada 60 saatin üzerinde çalışıyor. Sendikalaşma oranı son derece düşük. Grev ertelemeleri nedeniyle grev hakkı fiilen kullanılamıyor. İş kazaları çalışma yaşamının fitratı haline gelmiş durumda. İş kazalarının önü alınamıyor. Her ay onlarca çalışan iş kazalarına kurban veriliyor. Çalışanların önemli bölümü kayıtsız, sigortasız ve güvencesiz şekilde istihdam ediliyor. Ancak Millet İttifakı'nın hükümet programında çalışma yaşamındaki bu durumu değiştirecek politikalara ilişkin maddeler bulunmuyor. Mutabakat metninde ucuz işgücü ile sektörel uluslararası rekabet yaklaşımının terk edileceğinin işaretlerine rastlanmıyor.
Mutabakat metninde ucuz işgücü ile sektörel uluslararası rekabet yaklaşımının terk edileceğinin işaretlerine rastlanmıyor
Sendikalaşmanın önündeki engellerin kaldırılması, çalışma yaşamındaki norm dışı çalışma biçimlerinin önlenmesi, iş güvencesine yönelik hukuki düzenleme yapılması, çalışanların yönetime katılma ve işletmeyi denetlemesine yönelik mekanizmaların oluşturulması yaklaşımına yer verilmediği görülüyor. Mutabakat metninde işyerlerinde sendikalaşmanın işletmelerin rekabet gücünü olumsuz etkileyebileceği kaygısına şu ifadelerle yer verildiği görülüyor: "Sendikalaşmayı ve işyerlerinde toplu iş sözleşmesi yapılmasını destekleyecek, sendikalı işyerlerinin rekabet gücünü korumak amacıyla destek modelleri geliştireceğiz."
Kamunun iktisadi faaliyetleri gerçekleştirmesi öngörülmemiş
Türkiye'de 30-40 yıldır izlenmekte olan ekonomi politikalarının önemli bir özelliğini olanaklı olduğu ölçüde kamunun iktisadi faaliyetten çekilmesi, var olan kamu iktisadi kuruluşlarının özelleştirilmesi ve kamu yatırımlarından vaz geçilmesi oluşturmaktaydı. Kamu eliyle yapılacak yatırımlarla ekonomiye yön verme, istihdam yaratma, kalkınma hedefine yönelik stratejik yatırımları gerçekleştirme ve bölgeler arası ekonomik gelişmişlik farkını azaltma gibi hedeflerden uzaklaşılmıştı. Özelleştirmeler çoğu kez işlevsiz hale gelmiş kamu kurumlarının arazileri ve taşınmazlarının bedeli karşılığında devredilmesi ve adeta yağmalanması şeklinde yaşama geçirilmişti. Millet İttifakının hükümet programında kamu kurumlarının iktisadi işlevler üstleneceğine yönelik politika önermelerine yer verilmediği görülüyor. Mutabakat metninde yolsuzlukla mücadeleye vurgu yapılıyor olmasına karşın özelleştirmeler aracılığı ile kamu kaynaklarının yağmalanması konusunda herhangi bir karşıt fikre yer verilmediği dikkat çekmektedir.
Dış borçların yeniden yapılandırılmasına yer verilmiyor
Millet İttifakı tarafından duyurulan Mutabakat metnindekipolitikaların güncel izlenmekte olan politikalarla özde herhangi bir farklılık içermediği görülüyor
Eğitim ve sağlığa kamusal bakış açısı sergilenmiyor
Gıda egemenliği ve agro-ekolojik dönüşüme yer verilmemiş
Türkiye'de yaşanan ekonomik ve sosyal sorunların etkisiyle gıda güvenliği sorunu önem kazanmış durumdadır. Temel tarımsal ürünlere önemli ölçüde ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Endüstriyel ve dış girdiye bağlı tarımsal faaliyetler nedeniyle çiftçiler tarımsal üretim ve hayvancılık yapamaz hale gelmiştir. Millet İttifakının hükümet programında Türkiye'de tarım sektörünün yapısal sorunlarına değinilmediği ve tarımsal desteklerin niceliksel olarak arttırılması gereğine vurgu ile yetinildiği görülmektedir. Mutabakat metninde "tarımsal destekleme programlarına bütçeden ayrılacak kaynağın gayri safi milli hasılanın yüzde birinden az olamayacağı hükmünü yerine getireceğiz" denilmektedir. Gıda egemenliği kavramının lafzına yer verilmediği, tarımsal KİT'lerin oluşturulmasının gündeme getirilmediği, agro-ekolojik, insan ve çevre sağlığına duyarlı gıda egemenliğine dayalı tarım politikaları önermelerine önem verilmediği görülmektedir.
Agro-ekolojik, insan ve çevre
sağlığına duyarlı gıda egemenliğine dayalı
arım politikaları önermelerine önem verilmediği görülmektedir
Ülkemizde ciddi anlamda çevre kirliliği yaşanmaktadır. Büyük su havzalarının tamamı endüstriyel faaliyetlerin sonucunda kirlenmiş durumdadır. Pek çok ilde kış aylarında artan hava kirliliği sorunu bulunmaktadır. Altın madeni başta olmak üzere çevre açısından riskli madencilik faaliyetlerinin sonucu olarak pek çok yerde ciddi çevre kirliliği sorunu ortaya çıkmış bulunmaktadır. Mutabakat metninde çevre kirliliği ile ilgili olarak "fabrika bacalarının çevreye yaydığı gazları filtrelemeyen, atıksuları ile çevreyi kirleten, ölçüm cihazı takmayan işletmelere ağır idari ve cezai yaptırımlar getireceğiz" ifadelerine yer verildiği görülmektedir. Ancak sorun çevreyi kirleten işletmelere ceza öngörülmemesi değil, var olan mevzuatın uygulanmasının sağlanamamasıdır. Çevresel etki değerlendirme süreci ise prosedürel bir süreç olarak işlemektedir.
Mutabakat metninde "siyanür, sülfürik asit, silika gibi zehirli toksik kimyasal maddelerin kullanımını içeren ayrıştırma tekniklerini yasaklayacağız" denilmekte ancak çevre açısından riskli faaliyetlere kısıtlama getirileceği yaklaşımına yer verilmediği görülmektedir. Mutabakat metninde "Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve sürecinin katılımcı ve etkili hale getirileceği" belirtilmektedir. Ülkemizde çevre açısından riskli sektörlerin faaliyetlerinin yaygınlığına ilişkin ve gerekli durumlarda riskli faaliyetlerin önlenmesini sağlayacak şekilde çevresel etki değerlendirme sürecinin kamusal denetim mekanizması olarak yapılandırılmasına yer verilmediği görülmektedir. İklim değişikliği konusunda ise karbon piyasası gibi geçici önlemleri hedefleyen piyasacı anlayışla çözüm aranacağı belirtilmektedir: "Karbon piyasasına işlerlik kazandırmak için Karbon Bankacılığı’nın ülkemizde gelişimi için çalışmalar başlatacağız."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder